...ANA SAYFA

"Modern çağ ve teknoloji çağı gibi tanımlamalara konu olan 21. yüzyılın ortalarına yaklaştığımız şu yıllarda İslâm coğrafyası bir tarafa Türk insanına dahi yeterince öğretemediğimiz bir çevre bilinci sorunu günden güne kendini daha da hissettirmektedir. İnsanlarımızın pek çoğu için “temizlik kültürü” ancak sloganik ifadelerde kendine yer bulabilmiş ve gitgide aşınmaya yüz tutmuş bir değerden ibarettir. “Herkes kendi evinin önünü temizlese bütün mahalle tertemiz olur!”, “İslâm temizlik dinidir!”, “Temizlik imandandır.”, “Temizlik imanın yarısıdır.”, “Ağaç yaşken eğilir.”, “Aslan yattığı yerden belli olur!” ve benzeri güzel ifadeleri bilmeyenimiz yok gibidir. Ne var ki güzel değerler aşılayan bu tür ifadelerin günlük hayattaki yansıması hiç de istenen düzeyde değildir. Günümüz Türkiye’si hatta İslâm dünyasının önemli bir kısmı için can sıkıcı bir durum söz konusudur; insanımıza hâlâ ideal bir çevre bilinci kazandırabilmiş değiliz. Hiç de azımsanamayacak bir kesimin, sokak, mahalle, cadde, spor alanları, toplantı/miting meydanları, mesire yerleri, göller ve denizler hatta okullar gibi nüfus yoğunluğunun fazla olduğu yerlerin kirletilmesine duyarsız kaldığı, tepki göstermediği, tepki gösteren az sayıdaki insanın seslerini duyuramadığı yönünde oldukça fazla örnekle karşı karşıyayız.

Duyarlı bir insan ve Müslüman olarak bunlardan rahatsız olmamak mümkün değildir. Hâlbuki çevre bilinci, temizlik kültürü, başka insanlara hatta diğer canlılara saygı konusunda Kur’ân ve Sünnet’ten bir çırpıda onlarca hatta yüzlerce delil göstermek işten bile değildir. Ne var ki bunca delilin hayatımıza yansıması pek olmamışa benziyor. Aynı konuda Avrupa ve Amerika’nın İslâm dünyasına göre oldukça iyi bir durumda olduğunu, onlardaki çevre bilincinin henüz küçük yaşlardan itibaren oluşturulduğunu müşahede etmekteyiz..." Devamı

"Bir kişinin sahâbî sayılması için Hz. Peygamber’le birlikte ne kadar vakit geçirmesi gerektiği konusunda hadisçiler ve usul âlimleri arasında görüş birliği olmasa da, sahabe asrının ne zaman sonra erdiği hususunda neredeyse ittifak vardır. Buna göre hicrî birinci yüzyılın sonları ve ikinci yüzyılın ilk yılları, en son sahabîlerin dünyadan ayrıldığı yıllar olarak bilinmektedir. Hatta Mekke, Medine, Kûfe, Basra, Şam gibi şehirlerde en son vefat eden sahâbîlerin isimleri bile kayıtlara geçmiştir. Bütün sahabe arasında ise Ebû’t-Tufeyl Âmir b. Vâsile el-Leysî’nin (ö. 110/728-729) en son vefat eden kişi olduğu kabul edilmiştir. Ne var ki, sonraki asırlarda sahâbî olduğu iddia edilen kimseler de gelebilmiştir. Reten el-Hindî (ö. 632/1234) bunlardan biridir. Hoca Ahmet Yesevî’nin (ö. 562/1166) hocası olarak bilinen Arslan Baba’nın da Yesevî menkıbelerine göre sahabeden olduğu konusunda bir kanaat ortaya atılmıştır..." Devamı

"Hanefî fakihi ve kâdılkudâtı olarak tanınan Necmeddin et-Tarsûsî (ö. 758/1357), aslen Tarsuslu olup 721/1321 yılında Dımaşk’ın kuzeyinde bir köy olan Mizze’de dünyaya gelmiştir. Dımaşk’ta Arapça, fıkıh ve fıkıh usulü tahsil etmiş; ayrıca birçok medresede ders veren ve Hanefî kâdılkudâtlığı yapan babası Ebü’l-Hasan İmâdüddin et-Tarsûsî’den fıkıh okumuştur. Tarsûsî, Ramazanoğulları Beyliği’nin (1352-1608) kuruluş yıllarında 758/1357’de Dımaşk’ta vefat etmiş ve Mizze’de defnedilmiştir. Kadılığı süresince verdiği kararlardan dolayı hiç eleştirilmediği söylenir. Tarsûsî Tuhfetü’t-Türk fîmâ yecibü en yu‘mele fi’l-mülk adlı eserin de sahibidir. Müellif bu eserinde özellikle şunları savunmaktadır: “Devlet başkanlığı için Kureyşîlik (Araplık) şart değildir.”, “Türkler devlet yönetimi konusunda ehliyet ve liyakat sahibidir.”, “Devlet idaresinde Hanefî mezhebi Şâfiî mezhebine göre daha uygundur.” Özellikle onun hilâfetin Kureyşîliği konusuna yaklaşımı oldukça ilginçtir. Hadis kitaplarında yaygın olarak nakledilen “İmamlar Kureyş’tendir.” rivayeti sebebiyle hilafetin mutlaka Kureyş’ten (Peygamber soyundan yani Araplardan) olması gerektiğini iddia edenler olmuştur. Bu da Osmanlı/Türk idarecilerinin hilafet iddialarının gayr-i meşru olarak nitelendirilmeleri sonucunu doğurmuştur. Elbette ki bunun bir de siyasî sonuçları olmuştur ki, bu anlayış, özellikle Osmanlı Devleti’nin son döneminde İngilizler tarafından Arapların Türk yönetimine karşı kışkırtılmasında da etkili olmuştur. .." Devamı

"Besmele, yaptığımız işe başlarken Yüce Allah’ı hatırlamak, işimizde O’na teslim olmak, yardımını talep etmek ve verdiği nimetlere teşekkür etmektir. Besmele İslâm’ın en önemli sembollerinden biridir ve son derece uzun ve köklü bir tarihe sahiptir. Hz. Peygamber (sav): “Allah’ın adı anılmadan başlanan her iş ebterdir (eksiktir, bereketsizdir).” buyurmaktadır. Bu nedenle bizler de mesela yemeğe başlarken öncelikle besmele çekeriz ve bunca nimetleri bizlere bahşeden Yüce Yaratıcımızı hatırlarız, O bizlere bunları vermeseydi aç kalacağımızı düşünürüz ve böylelikle O’na hamd ve şükür görevimizi azıcık da olsa ifade etmeye çalışırız. Yemeğin başında aklımıza gelmezse ortasında, yine aklımıza gelmezse hatırladığımız zaman besmele çeker ve O’nu hatırladığımızı gösteririz. Mevlit yazarı meşhur Süleyman Çelebi Merhum da Vesîletü’n-Necât isimli şiirinde bu konunun önemine şöyle dikkat çekmiştir: “Allah âdın zikredelim evvelâ; Vacib oldur cümle işte her kula; Allah adın her kim ol evvel ana; Her işi âsân ider Allah ana…” Devamı

"HEPİNİZ BİRER TÜRK BAYRAĞISINIZ; BAYRAĞI LEKELEMEYİN, KİRLETMEYİN, YERE DÜŞÜRMEYİN!" (Alparslan Türkeş)
  • Musa Özdağ

    "Allah kimsenin eline kullarının iman ve küfür listesini vermedi. Nasıl oluyor da bazıları insanları "Cennetlik!" ve "Cehennemlik!" diye sıraya diziyor?! Acaba onlar kendilerinin cennetlik veya cehennemlik olduklarını biliyorlar mı? Acaba bu yönde kendilerine bir bildiri mi gelmiştir? Öyle ise insanları bir meydana toplasınlar da ellerindeki listeyi herkesin görebileceği bir yerde aleme ilân etsinler! Yoksa, edepleriyle yerlerine çekilip hadlerini bilsinler. Böyle bir liste ancak Hz. Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) mucize olarak verildi. O da kimseye böyle bir açıklamada bulunup onları dengesizliğe ve tutarsızlığa sevk etmedi. Bilakis cehennem listesinde yer alan kimseleri (kâfir ve müşrikleri) dahi Allah'ın emri gereğince irşad etmek ve hidâyete sevk etmek için tebliğattan geri durmadı."

  • Musa Özdağ

    "...Hepimizin bildiği gibi askerlik, bir milletin vatanını, dinini, ırz ve namusunu korumak amacıyla yapılan kutsal bir görevdir. Bu görev bir bakıma dinî, bir bakıma millî, bir diğer bakıma da vatanîdir. Dinî bir görevdir; çünkü din ve diyanetimiz hür olmamızla ancak aksiyon hâline dönüşebilir. Hür ve bağımsız olamadığımız takdirde dinî görevlerimizin yerine getirilmesi ya mümkün olmayacak veya hayli zor olacaktır. Böyle bir duruma düşmemek için Allah ve O’nun Resulü vatanın muhafazasını çeşitli ifadeleriyle istemişlerdir... Yüce Peygamberimiz “sınırlarda bir saat Allah Rızası için nöbet beklemenin bin gecelik (nafile) ibadete ve oruca denk olduğunu” beyan etmesinden de vatan için vazife yapmanın önemini ve gereğini dinî açıdan kavramakta herhalde bir zorluk çekmiyoruzdur..." Devamı

  • Musa Özdağ

    "Vücudumuz, içerden ve dışardan saran her türlü mikroptan arındırmak için, milletçe kutlu bir atak yapmalıyız."

    "Malı, canı, ırz ve namusu, vatan ve milleti uğruna can verenler de şehâdet dairesinin erlerindendir."

    "Devlet malı, millet malı ateş gibidir. Ona son derece dikkatle yaklaşmalı ve onu son derece dikkatle kullanmalıdır. Aksi takdirde, o milletin sayısınca insanın hakkını almış oluruz; Allah korusun!"

  • Nurettin TOPÇU

    "Müslümanlar eğer birbirlerini sevmiyorlarsa, Allah sevgisinin eksikliğindendir!"

    "Eğer bir yerde, bir memlekette sessiz-sadasız fakir fukaraya, yoksullara, muhtaçlara uzanan gizli eller yoksa, o memlekette dualar isterse kubbeleri çınlatsın, isterse hacılar hac yollarını aşındırsın, orada dinden-imandan, dindarlıktan eser yok demektir!"

    "Kırk sene öğretmenlik yaptım; mabede (camiye) nasıl girdimse, sınıfa öyle girdim, hiç abdestsiz ders yapmadım!"

  • Emin Işık

    “Türkiye’nin bir tane davası vardır, ahlâk davası. Başka bir davası yoktur. Bu ahlâk maalesef kitaplardan öğrenilmiyor, insanlardan öğreniliyor. Bin cilt kitap okumaktansa bir ahlâk sahibi insanla bir saat sohbet etmek daha verimli ve daha büyüktür.” (...) “Profesör olmakla değil adam olmakla büyük olunur.”

    “Birçok faaliyet gösteriliyor ama hepsi sahipsiz. Dil konusunda çabalar var fakat dilin sahibi yok, sahip çıkanı yok. Bir hayli vakıf, dernek işte millî değerler, millî sanatlar, tarihimiz, kültürümüz üzerinde çaba gösteriyorlar ama bir tesiri yok. İlahiyat fakültelerimiz var ama dindarlık yok.’’

    “Kardeşim yerli olun. Hatta o kadar yerli olun ki mesela içecekseniz yerli rakı için. Bu kadar net konuşuyorum anlaşılsın diye!”

  • Ramazan Hatıraları: "Prof. Dr. Emin Işık"

    "Ramazana erişmek herkese nasip oluyor da, ramazana eriştiği halde ramazan olduğunu bilmemek aslında nasipsizliktir. Erişiyor adam, çocuklar bayram için bir şey istemezlerse ramazan mı geldi ki, diyor, yani niye böyle benden bir şey istiyorlar diyor. Bayrama bir hafta kaldı halbuki! İşte Allah gafletten kurtarsın. Yani erişip de, o eriştiği zamanı, o kutsal zamanın kıymetini bilmemek, daha acı bir felakettir, diyeyim artık!"

    "Zamanla ve mekânla bağımlı yaşıyoruz; ikisine de bağımlıyız. Maddeden yapılmışız, bir mekâna ihtiyacımız var. Yürümek için, çalışmak için, yatmak uyumak için... neyse. Bir de zamana ihtiyacımız var, zaman içinde yaşıyoruz. Eğer böyle bir durum varsa, mekân ve zaman içinde yaşıyorsak, kutsal mekânlara da kutsal zamanlara da ihtiyacımız var. (...) Diğer zamanlarda sen Allah'ın kapısını çalıp açtırmaya çalışıyorsun, "Ya Rabbi! Ben geldim!" Ama böyle zamanlarda kapı zaten açık tutuluyor. Mesela kandil geceleri, kadir geceleri, bayramlarda, cumalarda... Mesela bir bayram olduğu zaman, düğün olduğu zaman kapılar açık olur. Şimdi bunlar müminlere sağlanmış bir imkân. Başka zaman sen tık tık vurup kapıyı, ben geldim, kapıyı açar mısınız, diyeceksin. Başka gecelerde de Allah'ın kapısı her zaman herkese açık. Ama öbür tarafta kapıyı sen tıklatarak açıyorsun, burada zaten açılmış kapı, herkese açılmış, umuma açılmış kapı!..." Devamı