...ANA SAYFA
  • Konuşmacılar
  1. Panel Başkanı: Prof. Dr. Cevdet YAKUPOĞLU (Kastamonu Üniversitesi Tarih Bölümü)
  2. Kızı Fatıma Melek ÖZDAĞ Karabulut (Kastamonu İl Müftülüğü Vaizesi): "Musa Özdağ Hoca'nın Ailevî Yönü"
  3. Dr. Hüseyin SICAK (Şeyh Şaban-ı Veli AİHL Meslek Dersleri Öğretmeni): "Musa Özdağ Hoca'nın İlmî Yönü"
  4. Hafız Yunus BALCIOĞLU (İstanbul Çamlıca Camii İmam Hatibi): "Musa Özdağ Hoca'nın Şahsiyeti"

"Besmele, yaptığımız işe başlarken Yüce Allah’ı hatırlamak, işimizde O’na teslim olmak, yardımını talep etmek ve verdiği nimetlere teşekkür etmektir. Besmele İslâm’ın en önemli sembollerinden biridir ve son derece uzun ve köklü bir tarihe sahiptir. Hz. Peygamber (sav): “Allah’ın adı anılmadan başlanan her iş ebterdir (eksiktir, bereketsizdir).” buyurmaktadır. Bu nedenle bizler de mesela yemeğe başlarken öncelikle besmele çekeriz ve bunca nimetleri bizlere bahşeden Yüce Yaratıcımızı hatırlarız, O bizlere bunları vermeseydi aç kalacağımızı düşünürüz ve böylelikle O’na hamd ve şükür görevimizi azıcık da olsa ifade etmeye çalışırız. Yemeğin başında aklımıza gelmezse ortasında, yine aklımıza gelmezse hatırladığımız zaman besmele çeker ve O’nu hatırladığımızı gösteririz. Mevlit yazarı meşhur Süleyman Çelebi Merhum da Vesîletü’n-Necât isimli şiirinde bu konunun önemine şöyle dikkat çekmiştir: “Allah âdın zikredelim evvelâ; Vacib oldur cümle işte her kula; Allah adın her kim ol evvel ana; Her işi âsân ider Allah ana…” Devamı

  • Ramazan Hatıraları: "Prof. Dr. Emin Işık"

    "Ramazana erişmek her kese nasip oluyor da, ramazana eriştiği halde ramazan olduğunu bilmemek aslında nasipsizliktir. Erişiyor adam, çocuklar bayram için bir şey istemezlerse ramazan mı geldi ki, diyor, yani niye böyle benden bir şey istiyorlar diyor. Bayrama bir hafta kaldı halbuki! İşte Allah gafletten kurtarsın. Yani erişip de, o eriştiği zamanı, o kutsal zamanın kıymetini bilmemek, daha acı bir felakettir, diyeyim artık!"

    "Zamanla ve mekânla bağımlı yaşıyoruz; ikisine de bağımlıyız. Maddeden yapılmışız, bir mekâna ihtiyacımız var. Yürümek için, çalışmak için, yatmak uyumak için... neyse. Bir de zamana ihtiyacımız var, zaman içinde yaşıyoruz. Eğer böyle bir durum varsa, mekân ve zaman içinde yaşıyorsak, kutsal mekânlara da kutsal zamanlara da ihtiyacımız var. (...) Diğer zamanlarda sen Allah'ın kapısını çalıp açtırmaya çalışıyorsun, "Ya Rabbi! Ben geldim!" Ama böyle zamanlarda kapı zaten açık tutuluyor. Mesela kandil geceleri, kadir geceleri, bayramlarda, cumalarda... Mesela bir bayram olduğu zaman, düğün olduğu zaman kapılar açık olur. Şimdi bunlar müminlere sağlanmış bir imkân. Başka zaman sen tık tık vurup kapıyı, ben geldim, kapıyı açar mısınız, diyeceksin. Başka gecelerde de Allah'ın kapısı her zaman herkese açık. Ama öbür tarafta kapıyı sen tıklatarak açıyorsun, burada zaten açılmış kapı, herkese açılmış, umuma açılmış kapı!..." Devamı

"HEPİNİZ BİRER TÜRK BAYRAĞISINIZ; BAYRAĞI LEKELEMEYİN, KİRLETMEYİN, YERE DÜŞÜRMEYİN!" (Alparslan Türkeş)
  • Musa Özdağ

    "Allah kimsenin eline kullarının iman ve küfür listesini vermedi. Nasıl oluyor da bazıları insanları "Cennetlik!" ve "Cehennemlik!" diye sıraya diziyor?! Acaba onlar kendilerinin cennetlik veya cehennemlik olduklarını biliyorlar mı? Acaba bu yönde kendilerine bir bildiri mi gelmiştir? Öyle ise insanları bir meydana toplasınlar da ellerindeki listeyi herkesin görebileceği bir yerde aleme ilân etsinler! Yoksa, edepleriyle yerlerine çekilip hadlerini bilsinler. Böyle bir liste ancak Hz. Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) mucize olarak verildi. O da kimseye böyle bir açıklamada bulunup onları dengesizliğe ve tutarsızlığa sevk etmedi. Bilakis cehennem listesinde yer alan kimseleri (kâfir ve müşrikleri) dahi Allah'ın emri gereğince irşad etmek ve hidâyete sevk etmek için tebliğattan geri durmadı."

  • Nurettin TOPÇU

    "Müslümanlar eğer birbirlerini sevmiyorlarsa, Allah sevgisinin eksikliğindendir!"

    "Eğer bir yerde, bir memlekette sessiz-sadasız fakir fukaraya, yoksullara, muhtaçlara uzanan gizli eller yoksa, o memlekette dualar isterse kubbeleri çınlatsın, isterse hacılar hac yollarını aşındırsın, orada dinden-imandan, dindarlıktan eser yok demektir!"

    "Kırk sene öğretmenlik yaptım; mabede (camiye) nasıl girdimse, sınıfa öyle girdim, hiç abdestsiz ders yapmadım!"

  • Emin Işık

    “Türkiye’nin bir tane davası vardır, ahlâk davası. Başka bir davası yoktur. Bu ahlâk maalesef kitaplardan öğrenilmiyor, insanlardan öğreniliyor. Bin cilt kitap okumaktansa bir ahlâk sahibi insanla bir saat sohbet etmek daha verimli ve daha büyüktür.” (...) “Profesör olmakla değil adam olmakla büyük olunur.”

    “Birçok faaliyet gösteriliyor ama hepsi sahipsiz. Dil konusunda çabalar var fakat dilin sahibi yok, sahip çıkanı yok. Bir hayli vakıf, dernek işte millî değerler, millî sanatlar, tarihimiz, kültürümüz üzerinde çaba gösteriyorlar ama bir tesiri yok. İlahiyat fakültelerimiz var ama dindarlık yok.’’

    “Kardeşim yerli olun. Hatta o kadar yerli olun ki mesela içecekseniz yerli rakı için. Bu kadar net konuşuyorum anlaşılsın diye!”

  • Musa Özdağ

    "...Hepimizin bildiği gibi askerlik, bir milletin vatanını, dinini, ırz ve namusunu korumak amacıyla yapılan kutsal bir görevdir. Bu görev bir bakıma dinî, bir bakıma millî, bir diğer bakıma da vatanîdir. Dinî bir görevdir; çünkü din ve diyanetimiz hür olmamızla ancak aksiyon hâline dönüşebilir. Hür ve bağımsız olamadığımız takdirde dinî görevlerimizin yerine getirilmesi ya mümkün olmayacak veya hayli zor olacaktır. Böyle bir duruma düşmemek için Allah ve O’nun Resulü vatanın muhafazasını çeşitli ifadeleriyle istemişlerdir... Yüce Peygamberimiz “sınırlarda bir saat Allah Rızası için nöbet beklemenin bin gecelik (nafile) ibadete ve oruca denk olduğunu” beyan etmesinden de vatan için vazife yapmanın önemini ve gereğini dinî açıdan kavramakta herhalde bir zorluk çekmiyoruzdur..." Yazının devamı.

  • Musa Özdağ

    "Vücudumuz, içerden ve dışardan saran her türlü mikroptan arındırmak için, milletçe kutlu bir atak yapmalıyız."

    "Malı, canı, ırz ve namusu, vatan ve milleti uğruna can verenler de şehâdet dairesinin erlerindendir."

    "Devlet malı, millet malı ateş gibidir. Ona son derece dikkatle yaklaşmalı ve onu son derece dikkatle kullanmalıdır. Aksi takdirde, o milletin sayısınca insanın hakkını almış oluruz; Allah korusun!"

"Hz. Peygamber’in (s.a.) daha çok beşerî yönünü ilgilendiren ve bedenî/fizikî özelliklerinden bahseden rivayetler genel olarak şemâil diye isimlendirilmiş ve bunlar öteden beri hilye adı verilen metinler halinde tablolaştırılarak nadide sanat eserlerine dönüştürülmüştür. Hz. Peygamber’in hayatta olduğu dönem içerisinde sahabe-i kiram, küçüğüyle büyüğüyle ve imkânları ölçüsünde Rasûlullah (s.a.) ile görüşme ve konuşma imkânına sahiptiler. Bu anlamda onlardan her biri çeşitli zamanlarda onunla bir araya gelmişler ve onun gerek “kâliyle” gerekse “lisan-ı hâliyle” yapmış olduğu sohbetlerden istifade etme imkânı elde etmişlerdir. Zaten Hz. Peygamber de onların gözlerine ve gönüllerine hitap eden bir lider konumundaydı. Rasûlullah’ı hem fizîken görmek hem de onun anlattıklarından istifade etmek isteyenler fırsatını düşürdükçe onun yanına gelirler ve manevî açlıklarını giderirlerdi. Bu esnada onlardan herhangi birinin Rasûlullah’ın fizikî ve bedenî özelliklerini yani şemâilini birbirlerine anlatmalarına pek de ihtiyaç yoktu; zira sahabeden herkes bir şekilde Rasûlullah’ı zaten gözleriyle görüyorlar ve onun bedenî ve fizikî hallerini müşahede ediyorlardı. Bu tür bir ihtiyaç belki uzak mesafelerde ikamet eden ve Hz. Peygamber’i sürekli görme şeref ve imkânından mahrum sahâbîler veya onların aile fertleri için söz konusu olabilirdi ancak her hâlükârda -teorik planda da olsa- onların bile içinde bulundukları şartları zorlayarak Hz. Peygamber’in yanına gelme imkân veya ihtimalleri vardı. Buna karşılık Rasûlullah (s.a.) vefat edip de sahabe-i kiramın arasından bedenen ayrıldığında bu imkân ve ihtimal bütünüyle ortadan kalkmış oldu." (Devamı)

Vatanın dört bir köşesinde; Irak ve Suriye sınırında şehit düşen askerlerimize Allah'tan rahmet, kederli ailelerine başsağlığı diliyoruz. Kanımız aksa da zafer İslâm'ındır!