Prof. Dr. Bekir TATLI Feyizler SOFRASI Alperenler Divanı
|
![]() |
![]() |
Arvasî’nin Mamak’ta geçirdiği kalp krizini Alpaslan Türkeş şöyle anlatıyordu: “Tutukevinde geçirdiği kalp rahatsızlığı dolayısıyla Ankara mevki hastanesi'ne kaldırıldı. O gün, daha dün gibi hatırımdadır. Görevliler kendisini hastaneye gitmesi için aşağıya indirdiler. Biz, yukarıda kalmıştık. Odamın penceresinden dış kapının açıldığı merdivenleri görebiliyordum. Arvasî hocamızı hastaneye götürecek cankurtaran henüz gelmemişti. Ayakta bekleyecek hali yoktu, bitkin bir vaziyette taş merdivenlere oturarak cankurtaranın gelmesini bekledi. Yukarıdan askerlere seslendim. Bir binbaşı çıktı. Kendisine Arvasî Bey'in rahatsız olduğunu, bir sandalye getirilmesi için emir buyurulmasını rica ettim. Bu ricamdan sonra bir sandalye getirdiler. Daha sonra cankurtaran geldi ve uzaktan birbirimize el sallayarak ayrıldık, vedalaştık.” |
Cezaevinden çıktıktan sonra ülkücü gazete ve dergilerde yazılar yazmayı sürdürdü. Türkiye gazetesinde “Hasbihal” başlıklı köşesinde günlük fıkralar yazdı. Rahatsız olmasına karşın, bu gazetedeki yazılarını ölümüne kadar sürdürdü. İstanbul Erenköy’deki evinde ruhunu teslim ederken daktilosunun başındaydı. Arvasî’nin cenaze namazını, akrabası olan Van Eski Müftüsü Seyyit Kasım Arvasî kıldırdı. Cenazesinde Anadolu’nun çeşitli yerlerinden gelen binlerce kişi Fatih Camisi ile bahçesini doldurmuştu. Edirnekapı’da, damadı Reşat Yamankaradeniz’in yanında toprağa verildi.
Hz. Peygamber’in (sav) soyuna bağlı bir aileden geldiği için aslen “Seyyid” olduğu söylenen Ahmet Arvasî, savunduğu düşünceleri bir yazısında şöyle özetlemişti:
Özellikle ilk iki eseri olan "Kendini Arayan İnsan" ve "İnsan ve İnsan Ötesi" adlı kitaplarıyla tanınmış ve geniş ilgi toplamıştır. Eserlerinin tümü incelendiğinde; bütün çabasının imanlı bir gençlik yetişmesi yönünde olduğu görülür. Bunun için çırpınmış, kafa yormuş ve ölünceye kadar da bu yönünü değiştirmemiştir.
![]() |
"...Bu sebepten «millî devlet», kendi mensuplarını «sahipsizlik duygusuna» düşürmemek zorundadır. Bütün kadro ve teşkilatı ile mazlumun, mağdurun, haksızlığa uğrayanın, ekonomik, sosyal tehlikelere maruz kalan kimselerin, hasta ve kimsesizlerin yaralarına merhem olmalı, tam bir «devlet baba» sorumluluğu ile kendini, «Dicle kenarında, otlarken kaybolan keçisine ağlayan fakirin» koruyucusu saymalıdır. Bütün dilim ve tabakaları ile milletini bağrına basmayan, milletini tam bir aşk ve romantizmle sevmeyen kadrolar «devlet idaresine» talip olmasınlar..." “Biyologlar, çalışmayan ve kullanılmayan organların zayıflayarak organizmada bir yü̈k haline geldiklerini, aksine çalışan organların ise geliştiklerini iddia ederler. Önceleri fonksiyonel olan kör bağırsağımız, fonksiyonsuz kalınca başa belâ kesilebilecek bir organ durumuna gelmiş durumdadır. El parmaklarımız fonksiyonel olduğu için gelişmekte, oysa ayak parmaklarımız fonksiyonları azaldıkça küçü̈lmektedirler.”“...Tıpkı bunlar gibi, cemiyette itibar görmek isteyen ve tutulmak isteyen her müessese, sosyal yapı içinde milletin kendinden beklediği fonksiyonları milli ve muasır ihtiyaçlara göre başarmak zorundadır. Aksi halde, zorla, propaganda ile yalanla, dolanla hiç kimse, hiçbir müessese itibar kazanamaz. Çarçabuk balonları söner, gider.” (Türk İslam Ülküsü, I, 118) |
«Hemen Mevlâ ile sana dayandım;
Arkam sensin, kal’am sensin dağlar...
Hey! Senden başka yoktur kolum, kanadım;
Arkam sensin, kal’am sensin dağlar, hey!»
Türk-İslâm ülküsü; bütün Türk milletini, müşfik, âdil, merhametli ve otoriter bir «baba» gibi bağrına basan «millî devlet» şuuruna bağlıdır ve bunun gerçekleşmesi için savaşan kadroların yetişmesini ister.” (I, 120-121)