- 1909-1975) Nurettin Topçu’nun coğrafya olarak Anadolu’yu, tarih ve kültür olarak Selçuklu-Osmanlı tecrübesini merkeze alan, buradan en geniş ve belirleyici daire olarak İslâm’a ve özellikle tasavvufa intikal eden, Batı dünyasına ve insanlık tecrübesine uzanan bütüncül bir düşünce dünyası vardır. Meselelere ahlâk üzerinden yaklaşır. Cumhuriyet devri Türk felsefecileri ve aydınları arasında ahlâk konusunda en çok yazı kaleme alan ve bu alandaki vurgularını bütün hayatı boyunca sürdüren kişi Nurettin Topçu olmalıdır.
- Doktora tezinde geliştirdiği isyan ahlâkı fikri M. Blondel’in, bazı bakımlardan Immanuel Kant ve Henry Bergson etkileri taşıyan hareket (action) felsefesinden ilhamla determinist, rasyonalist, sosyolojist, pragmatist ahlâk anlayışlarının karşısında bir düşünce, bir tez olarak teşekkül etmiş ve gelişmiştir. Çıkardığı derginin adının Hareketolması doğrudan bu çizgiyle alâkalıdır.
- İlk yazılarından itibaren bir taraftan Osmanlı-Cumhuriyet modernleşmesini hesaba katarak fakat onu aşmayı hedefleyerek tenkitçi bir bakış açısıyla yeni bir insan, millet, devlet modeli inşa etmeye çalışırken diğer taraftan bunların o günün şartlarında ve tarihten gelen sağlam zeminler üzerine oturmasını mümkün kılacak bir rönesans fikri, bir tarih, ilim, sanat, ahlâk, felsefe, tasavvuf ve din anlayışı geliştirmeye yönelmiş, metafiziği dışlayan felsefî temayüllere karşı çıkmış; duygu, akıl, sezgi ve aşk kavramlarını yeniden yorumlayıp ahlâk ağırlıklı bir felsefe kurmuştur.
- Kendisinden önce başlayan Anadolucu milliyetçiliğini İslâm merkezli bir yoruma taşımış, bunu yaparken Turancılığı, ırkçılığı ve topraktan tamamen kopuk milliyetçilikleri, İslâmcılığı eleştirmiş, modernizmin katı ölçütlerine boyun eğmeden Batı, Doğu ve İslâm medeniyetlerini mukayeseli şekilde ele almayı denemiştir.
- Kapitalizm, komünizm, sosyalizm, kültür ve medeniyet, sanayileşme, kuvvet ve teknoloji meselelerini büyük ölçüde dönemindeki yaklaşımlardan farklı bir üslûp ve muhteva ile tartışmıştır. Türkiye’nin kapitalist ekonomik sisteme ve ahlâk anlayışına, bunların üzerinden Amerikan sempatizanlığına doğru kaymaya başladığı Demokrat Parti iktidarının ilk yıllarından itibaren İslâm/Anadolu sosyalizmini savunmuş, maarif, mektep ve din eğitimi konularını özellikle işlemiş, bir hareket adamı olarak yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül verecek, sabırlı ve azimli, gösterişsiz çalışan, ruh cephesinin “maden işçileri” olacak (Yarınki Türkiye, s. 14) idealist bir nesil yetiştirmek için çaba göstermiştir.
- Topçu’nun özel anlam daireleriyle inşa ettiği, ahlâk telakkisini, felsefesini ve kapitalist dünya görüşüyle Cumhuriyetçiler’in ideolojisine karşı muhalif fikirlerini dayandırdığı iç içe üç ana kavram isyan, hareket ve iradedir.
- İsyan, mutlak itaate ulaşabilmek için tek tek anlamlı olan ara durakların (arzu ve ihtiraslar, aile, cemaat, örf ve alışkanlıklar, kurallar vb.) bağlayıcılığından ve onların kişiliği sınırlayıcı, hürriyeti daraltıcı, esareti kuvvetlendirici, insanı çürütücü etkilerinden sıyrılmayı, kendini aşarak daha üstün bir nizama, tabiat üstü âleme, birliğe ulaşmayı, Allah’a doğru yükselmeyi ifade etmektedir; ona göre “isyan Allah’ın bizdeki hareketi”dir.
- İsyan ahlâkını anarşizmden ayıran şey ebedî ve âlemşümul merhamet nizamına bağlı olması, sonsuz kuvvete itaat ve teslimiyetle neticelenmesidir.
- Ahlâkî vasfını taşıyan her hareket insan açısından bir anarşizm, ilâhî irade karşısında ise bir itaattir (İsyan Ahlâkı, s. 33, 37; İradenin Davası, s. 73; Yarınki Türkiye, s. 61).
- Bir hareket, ancak kendi içerisinde baş kaldırdığı nizama karşılık yeni ve zorunlu olarak daha üstün bir nizamın iradesini taşıyorsa isyan adını alabilir (İsyan Ahlâkı, s. 195).
- İçe ve dışa doğru mücahede ve mücadelelerle gelişen ve mutlak itaate doğru seyreden isyan aynı zamanda özgürleştirici, kişilik kazandırıcı bir hareket, ahlâkî bir eylemdir.
- İnsanın bütün eylemlerini yüce bir seviyeye doğru çıkararak tekâmül ettiren hareket, “insanla Allah’ın bir terkibidir” (Topçu’nun doktora tezinden itibaren tekrarladığı bu ifade Blondel’e aittir). Diğer bir ifadeyle hareket, ferdin kendi kendisini ve başka varlıkları bir üst mertebeye ve sonsuzluğa doğru değiştirmesidir.
- Bu hareket aynı zamanda, kendini ve eşyayı tanımanın en emin yolu olarak ahlâkî bilginin kaynağı ve tecrübe edilerek ulaşılan iyilik fikrinin nüvesidir.
- İradeye yaslanan ve bir amaca doğru seyreden eylem gerçek ve hür hareket, ahlâkî hareket adını alır. Tam ve gerçek hareket her defasında en iptidai bir karar ve feragatte bile bütün âleme yayılış, oradan sonsuzluğa geçiş, sonsuzluktan aldığı kuvvet, bütün âlemden aldığı ibretle ve zekâ ile iradenin bütün kuvvetlerini kullanıp tekrar ferdî âleme dönüş ve bu noktadan âlemle temastır (Var Olmak, s. 17, 18).
- Zekâ tek başına bu seviyede bir hareketi gerçekleştiremez; derunî bilgi ve sezgiye dayalı düşünce mutlaka ona eşlik etmelidir.
Duyulardan başlayarak Allah’a kadar yükselen merhalelerin her birinde insandaki rahata, hayatla barışık olmaya, uyuma meyilli güçler devreye girer ve irade ile çatışır. Aynı zamanda yetiştirici ve yükseltici fonksiyonu olan ıstırap da bu çatışmalar sırasında meraklar, sıkıntılar, vehimler, meyiller arasından doğar. Bu mânada ıstırap müsbet bir şeydir, çünkü büyük hareketler büyük ıstırapların eseridir.
Ona göre cansızlar, bitkiler ve hayvanlara mahsus özellikleri bünyesinde barındıran insan eşref-i mahlûkat olma özelliklerini bir ferdiyet ve şahsiyet olma çabası içinde kazanır. |
|
- Descartes’ın meşhur sözü şöyle olmalıdır: “Hareket ediyorum, düşünüyorum, birliği seviyorum, o halde varım” (a.g.e., s. 20).
- İrade ise insanın iç ve dış duyulardan, tabiattan ve cemiyetten aldığı etkileri karşılayan, ardından öznel ve kişisel karara dönüşen, nihayet hareket şeklinde dışa vuran bir kudret, Allah’a kadar yükselmek isteyen içsel, mistik bir kuvvettir (İradenin Davası, s. 17-18, 23).
- Hürriyet duygularla benlik (şuur) ve iradenin, kararla hareketin çarpıştığı muazzam sahnedeki tercihlerde tam karşılığını bulur.
- Topçu’nun dönemin diğer milliyetçi-muhafazakâr düşünce çevrelerinden ayrılan tarafları bu üst kavramlarda başlamaktadır. Genellikle milliyetçilik ve muhafazakârlık toplumun yerleşik değerlerini, örf ve âdetleri, devlete itaati bir şahsiyet olarak insandan ve hürriyet fikrinden daha üstün bir yerde konumlandırmakta, Durkheim-Gökalp çizgisini takiben vazifeyi öne çıkararak sosyal determinizme bağlı cemiyet adamı yahut iyi vatandaş aramaktadır. Topçu şahsiyeti geri plana iten bu yaklaşımın kişi ve toplumları sürü haline getireceğini, sonuçta hem tarihi hem de bugünü eleştiri süzgecinden geçirme teşebbüslerini engelleyeceğini ileri sürmektedir.
- En aşırı yorumunu Nietzsche’de bulan bireycilik (endividüalizm) insanı kendi kendine yeterli bir varlık halinde düşünürken Durkheim’in ve Ziya Gökalp’in cemiyetçiliğinde (sosyolojizm) fert kendi başına değer taşıyan bir varlık olmaktan tecrit edilmiş, kendine has tasavvurları, duyuş tarzı ve iradesi yok farz edilerek bunların cemiyetten ferde geçtiği iddia edilmiştir. Bu tezlerin ilkinde fert kendisinin, ikincisinde cemiyetin mahkûmudur. İki durumda da insanın hürriyeti ve yücelme kabiliyeti zaafa uğramış, gerçeğe ulaşma yolları tıkanmıştır.
- Topçu’nun hareket ve irade kavramlarıyla irtibatlı şekilde tercih ettiği şahsiyetçilikte ise (personalizm) insan kendi hür iradesiyle bağlandığı inançlar, ruhî münasebetler ve yüklendiği mesuliyetlerle kendinin ve cemiyetin içinde eriyip kaybolmaktan kurtularak büyük, bölünmez bütün bir varlık olma imkânını elde edecektir. Kendine yeterli bu insan kendine inanmış, azmi sonsuz, iradesi demirden, ihtirası ilâhî bir insandır (Mevlâna ve Tasavvuf, s. 118).
- Bütün ömürleri boyunca aynı iman ve kanaatin sahibi olan büyük adamlar devirlere, zaruretlere göre değişmedikleri gibi cemiyetlere göre de değişmezler, çünkü cemiyetten daha kuvvetlidirler; bu sebeple cemiyeti kendilerine uydurarak sürüklerler, sürükleyemezlerse onunla çarpışırlar (Mehmet Âkif, s. 15).
- Şahsiyetli insanın ayrılmaz vasfı olan mesuliyet ise ferdiyeti harekete sevkeden ve hareketten sonra kuvvetlenerek büyüyen bir iradedir; âlemşümul hale gelmiş bir merhamettir; hürriyetleri tayin eden, hür hareketleri vicdan karşısında önüne geçilmez bir zaruret yapan, ahlâk meselesinin de kaynağında olan temel bir kavramdır (Yarınki Türkiye, s. 119; İradenin Davası, s. 71). Merhamet, hürmet ve hizmet ise ahlâkî şahsiyeti tamamlayan diğer üç kavram olacaktır.
- Nurettin Topçu’nun düşüncesinde tasavvuf ve özellikle vahdet-i vücûd telakkisi, İslâm’ın tercih edilebilecek meşrû yorumlarından ilki olmaktan daha ötede şahsiyeti öne çıkaran kuvvetli bir isyan, irade ve hareket fikri taşıması dolayısıyla kelâm ve fıkha dayalı yorumların önüne geçirilmiştir. Bu tavır eş zamanlı olarak istisnaî bir duruşa ve yoruma işaret etmektedir.
- Topçu’nun yaşadığı dönemde ve bir önceki devirde yeni Selefî hareketin de etkisiyle tasavvuf ve tarikatların teşkil ettiği zihniyet dünyası ve yaşama biçimi itikadî bakımdan bozucu ve dağıtıcı, felsefî açıdan sıradan ve derinliksiz, sosyal ve kültürel yönden pasif, donuk ve meskeneti besleyici, İslâm toplumunu geriletici, dışarıdan gelmiş bir düşünce ve yaşama biçimi olarak değerlendirilmekteydi.
- Topçu’ya göre yerleşik İslâm (kelâm) yorumunun Allah ile eşyanın ve insanın varlığının birbirinden kopuk iki ayrı varlık biçimi olarak kabul etmesi, aynı şekilde Allah’ın iradesiyle insanın iradesini (küllî irade ile cüzî iradeyi) kategorik açıdan birbirinden ayırması dinî tecrübeyi zaafa uğratmış, insanın yücelmesinin önüne set çekmiştir.
- “Bir olan varlığı Allah ve kâinat diye ikiye bölüp iki görme hali ruh için şaşılıktan başka bir şey değildir. Ancak fert fert eşya, şekiller ve tek tek varlıklar Allah olamaz. (...) Vahdet-i vücûd gözünde Allah’ı kâinat dışına esirgemek O’nu dosdoğru tanımamaktır. (...) Hakiki İslâm inancına göre her şeyde gözüken Allah’ı her şeyden ayrı düşünmek tezada düşmektir” (Mevlâna ve Tasavvuf, s. 169-170).
- Aslında bütün âleme yaygın olan bir irade ile ona iştirak eden insanın ruh yapısı söz konusudur. İnsanın şuur kazanması ve insanlığının yükselişi bu iştirakin anlaşılmasıyla ve bu yolda ilerlemesiyle mümkündür. Aksi halde sadece bütünden ayrılmış ve benliğine mahkûm olmuş insandan bahsedilebilecektir. Amacına ulaşabilen gerçek ve tam irade fertten başlayan, aile ile devleti yani otoriteyi isteyen, millet ve insanlık basamaklarından geçerek Allah’a ulaştıran iradedir. İnsan, damarlarından sızan iradeyi kendi eseri zannetmekle yanılıyor. Hakikatte irade birdir. O istek halinde âleme yaygın kudretin insandaki adıdır (İsyan Ahlâkı, s. 204; İradenin Davası, s. 14-15).
- Dinî mistik tecrübeden çıkan bir de tasavvuf metafiziği yahut mistik nazariyat vardır. İslâm tasavvufu bu tarafıyla Kur’an’dan kalp ilmini çıkaran bir felsefedir. Ayrıca İslâm felsefesi adı verilebilecek düşünce geleneği de esas itibariyle tasavvuf olmalıdır. Bugün İslâm felsefesi denen ilim aslında müslüman filozofların yaptığı bir felsefe olabilir, yoksa kaynak itibariyle Aristo’ya dayanan Meşşâîlik İslâm felsefesi olamaz.
- İslâm’ın ibadet ve muâmelât kısmının şekil ve kural merkezli olarak anlaşılması ve yaşanması neticesinde öz ve esas unutulmuş, öze ulaştırıcı olmaktan başka kendinden bir değeri olmayan otomatik şeklî hareketler, anlamsız sayılar, katı kaideler öne çıkmıştır.
Topçu’nun tasavvuf anlayışı onun bilgi, bilim ve felsefeyle ilgili düşünce ve yorumlarını doğrudan etkilemiş, hatta büyük ölçüde belirlemiştir. Ona göre insanın kanun ve nizamı bilme ve birliği tanıma istikametinde seyreden düşünme ve bilgi kademelerini belli bir hiyerarşi içinde ele almak gerekir. Kendi sınırları içinde kalmak ve bir sonraki üst kademeye yol açmak şartıyla duygu, akıl, sezgi, aşk, ihtiras ve merhamet üzerinden elde edilen bilgilerin her biri değerli ve geçerlidir. İnsanın varlık üzerindeki hareketi şeklinde de anlaşılabilecek düşünme ve bilgi, his ve tecrübe düzeyinde ilme, akıl düzeyinde felsefeye, aşk ve ilham düzeyinde ilâhî ve sonsuzluk bilgisine, hakikat aşkına kaynaklık eder. Duyularla akıl dinî hayata disiplin ve düzen sağlayıcı dış unsurlardır. Onlar dinin özüne götürmez. Dinde akıl sadece bir disiplin gücüdür (Mevlâna ve Tasavvuf, s. 147).
- Modern Avrupa ilim ve felsefesi hatta akılcılığı, sınırları ve Türk kültürüyle irtibatları yerinde ve doğru çizilmek şartıyla üst bir anlam ve değere sahiptir. Onun için yarınki Türk cemiyetini yoğuracak ruh, eski Asya’nın hikmetiyle Kur’an’daki ilhamı kendinde birleştirdiği halde Garp’ın dört asırlık ilmine hayran, zihniyetine sahip, felsefesine âşina olacak Anadolu dervişinin ruhu olacaktır (Var Olmak, s. 101).
- Modern ilim anlayışının ısrarla eleştiri konusu yapılması gereken yönleri pratik fayda ve menfaat anlayışı üzerinden hakikat aşkını öldürmesi, izâfîlik üzerinden sonsuzluk ve ebedîlik kavramının zaafa uğratılması ve nihayet ilmin tekniğe ve kuvvete indirgenmesidir. Bu sebeple pozitivizm, pragmatizm ve sosyolojizm hakikat düşmanı üç felsefedir. Çünkü pozitivizm hakikati deneylere, pragmatizm menfaatlere, sosyolojizm cemiyete teslim etmektedir (Yarınki Türkiye, s. 67-72).
Nurettin Topçu’nun metafizik ilgileri onun düşünce dünyasının tabiatı kadar hümanist, pozitivist ve seküler düşüncenin etkisi altında ortaya çıkan ve katılaşan metafiziği dışlayıcı felsefe doktrinlerine ve entelektüel temayüllere muhalefetiyle de alâkalıdır. Metafiziğin “eski devre ait bir şey, karanlık ve anlaşılmaz bir fikir, dinin öz kardeşi, bir vehim” gibi ifadelerle tasvir ve reddedilmesi, 1930’lu yıllarda Tanrı ve ruh bahislerinin ders kitaplarından çıkarılması gibi teşebbüsler, insanın daha üstün bir akla yönelip kendini aşması ve yücelmesinin yolunu kapatmakla kalmamış, hakikati araştırmayı sınırlandırarak felsefeyi de fakirleştirmiştir (Kültür ve Medeniyet, s. 48-49; Türkiye’nin Maarif Davası, s. 140).
(...)
Topçu, bütün Batılılaşma tarihini kuşatan kültür-medeniyet ayırımı meselesini yeniden ele alan düşünürlerden biridir. En önemli vurgusu bu ayırımın yüzeyselliğine dair olanıdır. Ona göre evrensel denilen ve büyük ölçüde bilim ve teknoloji üzerinden tanımlanan medeniyet zorba ruhundan ve kapitalist bağlamından ayrı ele alınamaz.
- Bu çerçevede bilim ve teknoloji, hakkın yerine geçen kuvvetin hâkimiyetinin ve insanla tabiatı tahrip eden sanayileşmenin, sömürünün kaynağıdır. Kapitalist sistemi güçlendiren ve insanı esarete sürükleyen teknolojik gelişmeleri insanlık adına ilerleme diye göstermek büyük bir yanlışlıktır.
Ağır sanayi söylemlerinin meşrû bir savunma ve atılım hamlesi olarak takdim edildiği, fabrika bacaları ile minarelerin yan yana zikredilip resmedildiği o yıllarda Topçu’nun bu fikirleri muhafazakâr kesim tarafından fantezi veya kalkınma karşıtlığı gibi sathî düzeyde anlaşılmıştır. Demokrat Parti iktidarının ilk yıllarından itibaren savunmaya başladığı İslâm sosyalizmi (Anadolu sosyalizmi, milliyetçi sosyalizm) düşüncesi de bir ekonomik sistem tercihi olmaktan ziyade bir hak ve ahlâk meselesidir. Bu duruş Topçu’nun dilinde kul hakkının yoğun biçimde ifadesidir. Burada Türkiye’nin ve sağ kanadın dış politik tercihlerinde Amerika Birleşik Devletleri’ne yakınlaşması ve liberal ekonomiye doğru gitmesine yönelik ciddi bir muhalefet ve tenkit söz konusudur. Onun ifadesiyle,
- “Hakikatte bu dava İslâm’ın özünde barınan hak davasıdır. Sosyalizm, çiğnenmesi halinde Allah’ın da affetmeyeceğini bildirdiği kul hakkının müdafaasıdır” (Ahlâk Nizamı, s. 180).
Bu çerçevede liberalizm devletin anarşiyi himayesi veya gücünü başı boşluğu himaye için kullanması, varlık sebebi büyük sanayi ve kapitalizm olan, din ve mâneviyat karşıtı komünizm ise bir reaksiyon hareketi olarak zulme karşı zulüm mânasına gelmektedir.
Millet ve milliyetçilik meseleleri, Topçu’nun eserlerinde hem isyan ahlâkıyla irtibatı olan ferdiyetin yükselip sonsuzluğa uzanması süreçlerinin bir parçası, hem de Türkiye’nin modernleşme döneminde kendini yeniden anlamak ve tanımlamak için yıllardır tartıştığı önemli bir problem ve bir eleştiri konusu olarak yer alır.
- Ziya Gökalp’in Turancılık davası ile başlayan maddeci ve ütopik milliyetçiliğin Cumhuriyet döneminde kaba maddeci ve realist milliyetçiliği doğurduğunu düşünen Topçu, İslâmcılar’ın dini milletten ayıran gayretlerinin de ayrı bir zihin karışıklığına sebebiyet verdiğini ileri sürmektedir (a.g.e., s. 156-157).
Anadolucular’ın Türk milletini ve milliyetçiliği tarif için Malazgirt Savaşı ile başlattıkları bin yıllık tarih vurgusunu ve toprak/vatan olarak Anadolu ısrarını paylaşan Topçu bu çizgiye belirleyici ve kuvvetli bir unsur olarak İslâm’ı ve tasavvufu ekler. Ayrıca bu ruhçu milliyetçiliğin temellerinin Melikşah, Mevlânâ, Yûnus, Fâtih ve Yavuz gibi Türk siyaset ve mâneviyat ikliminin büyükleri tarafından atıldığını söyleyerek milleti ve milliyetçiliği yeni ortaya çıkmış bir hadise gibi yorumlayanları aşmak ister. Topçu 1950’li ve 1960’lı yıllarda milliyetçiliğin antikomünistlik ve Amerika/kapitalizm taraftarlığıyla paralel hale gelmesine de sert bir şekilde karşı çıkmış, bunu “doktrinsiz ve kanaatsiz bezirgânlık” diye adlandırmıştır.
Topçu’nun devlet ve siyasete ilişkin fikirleri şahsiyet olarak insan ve millet üzerinden inşa edilmiş gibidir. Hegel’in, “Devlet ilâhî iradenin yeryüzünde gözükmesidir” cümlesini eserlerinde birkaç defa zikreden Topçu, “milletin şuuru, millet iradesinin gözüktüğü yer” diye nitelendirdiği devleti ferdiyetin yüce Allah’a ve sonsuzluğa doğru hareketinin bir durağı, bir menzili şeklinde telakki eder. Devleti meydana getiren üç temel öğe; birlik halinde bir halk kütlesi, vatan toprağı ve idare edici iktidardır. Dolayısıyla devlet tek başına varlık alanına çıkabilen ve anlamlı hale gelen müstakil, kendinden bir vâkıa, bir varlık değil ferdin ruhunda harekete başlayan, milleti oluşturan ve ilâhî iradeye kavuşmak için hamleler yapan iradenin fertten Allah’a götüren yoldaki bir durağıdır.
- İnsanın yükseliş çizgisi yukarıdan aşağıya, Allah’tan insana doğru hâkimiyet kavramı etrafında tezahür eder. Bu aynı zamanda bir siyasî kavram olan egemenlik fikrinin Allah’ta temerküz ettiğini ve oradan âleme, devlete, insana yayıldığını gösterir. Yükseliş çizgisi aşağıdan yukarıya, insandan Allah’a doğru itaat ve teslimiyet kavramları etrafında şekillenir.
- Devleti inşa edecek ve taşıyacak temel kavramların ilki devlet varlığının esaslı unsuru olan otoritedir. Bu otorite yüce Allah’tan insan şahsiyetine doğru inen hâkimiyet ve irade kavramlarıyla irtibatlıdır (Büyük Fetih, s. 13-15; İradenin Davası, s. 46, 48). İkincisi merkeziyetçilik olup adalet ve mesuliyet prensipleri etrafında gelişerek bir hukuk ve ahlâk nizamının adı olmaktadır. Üçüncüsü halkın bütün ihtiyaçlarına uzanan, onları karşılamaya çalışan, mesuliyet iradesiyle birlikte kul hakkını merkeze alan hür bir totalitarizme dayanmış olmasıdır.
- Yalnız devletin otoritesi ve kuvveti milletin otoritesi ve kuvvetinden bağımsız değildir. Otoritenin kurucusu devlet olmakla beraber olgunlaşması ve devamlılığı, otorite iradesini milletten alması ile imkân dahiline girer.
Bugün sivil toplum kuruluşları denen ve “devlete bağlı bulunmayan organizasyonlar” diye tarif edilen, Topçu’nun ise “sosyal teşkilât” dediği yapılar İslâm ve Selçuklu-Osmanlı tecrübesinde devletin içinde yer almaktadır. Vakıflar bunun örneğidir.
- Milletin siyasî iradesiyle devletin siyasî iradesi arasında Batı’da olduğu gibi bir otorite zıtlaşması, bir menfaat çatışması problemi yoktur. Sadece bir derecelenmeden bahsedilebilir.
- Halka dayanan, halk tarafından kontrol edilen, ancak halkın üstünde duran ve onun dileklerini Allah’ın iradesine bağlayan kuvvet en iyi hükümettir. Mesuliyet iradesini Allah’tan almayan ve halkın karşısında sorumluluk tanımayan bir idare haklı ve âdil bir milliyetçilik rejimi olamaz. Millet fertlerini Allah iradesine bağlayıp yaşatacak iktidar, Hakk’ın hâkimiyeti ve halkın hükümetidir (a.g.e., s. 130).
Nurettin Topçu’nun sistematiğinde hürriyet ve eşitlik kavramları adalet ve mesuliyete göre ikinci derecede bir yere sahiptir. Çünkü hürriyet tabii değil sosyal bir hadisedir. Cemiyetin içinde bir anlam kazanan hürriyetin bir üst düzeye çıkabilmesi için insanda tabii olarak var olan hareket ve düşünce ile irtibatlanması gerekir. Bu durumda da hürriyet müstakil değil bağımlı bir kavram haline gelir.
- Hürriyet, “hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmadan her istediğini yapabilmek” diye tanımlanırsa bu, insanlar için duyuların ve bedenin hürriyeti veya bir iradeye değil içgüdülere tâbi olan hayvanlar dünyasının hürriyeti olabilir. Burada bir şuur aranmadığı gibi ideal olarak da gösterilemez. İnançsızlık ve liberal eğilimlerin ortaya çıkardığı hürriyet kavramı bir hile değilse anarşiden başka bir şey olamaz.
(Kaynak: İsmail Kara, Diyanet İslâm Ansiklopedisi, XLI, 248-253)