PEYGAMBERLİK VE İSMET SIFATI
Şahin, Necati, Peygamberlik
ve İsmet Sıfatı, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Kelam Bilim Dalı, Danışman:
Prof. Dr. Şerafeddin Gölcük, Konya, 2006, V+104
sf.
ÖZET
İslam inancının üç temel esası olarak bilinen uluhiyet,
nübüvvet ve ahiret konuları içinde en çok tartışılanı nübüvvet yani
peygamberlik konusudur. Özellikle peygamberlerin insanlara ilettiği ilahi
mesajlar ve peygamberlerin fonksiyonuyla ilgili tartışmalar güncelliğini
korumaktadır. Buradan hareketle konumuzun adı "Peygamberlik ve İsmet Sıfatı"
olarak belirlenerek, peygamberliğin gerekliliği ve peygamberlerin masumiyeti
ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bundan maksat, ilahi mesajları insanlara
iletmek üzere gönderilen peygamberlerin her konuda ortaya koydukları dürüstlük
ve masumiyet sınırlarını belirlemektir. Böylece insanların peygamberlik
müessesesine olan saygı ve bağlılıkları da güçlendirilmiş olacaktır.
İslâm ve Kur’ân perspektifinde sınırlandırılarak ele alınan çalışmamız
üç bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde Nebi, Resul ve Peygamber kavramlarının
sözlük ve terim anlamları üzerinde durulmuştur. Birinci bölümde peygamberliğin önemi
üzerinde durularak, insanların peygamberlere ihtiyaç duyduğu noktalar aktarılmaya
çalışılmıştır. İkinci ve son bölümde peygamberlerin özellikleri ve sıfatları hakkında
genel bilgiler verilmiş, özellikle peygamberlere has olan, hakkında birçok tartışmaların
yapıldığı ismet konusu üzerinde durulmuş, peygamberlerin ismeti hakkında
mezheplerin görüşlerine değinilmiştir. Son olarak uyarı niteliği taşıyan ayetler
ve ismet bağlamında, bazı peygamberlerle ilgili görüşler ortaya konulmuştur.
SONUÇ
Allah’ın
insanlarla olan iletişimini sağlayan peygamberlik, İslâm inançlarının temel
esaslarından biridir. Çünkü Allah her topluma peygamber göndermiş ve bunun
sebebini de insanların dünyada yaptıkları eylemler yüzünden Allah’a karsı bir
mazeret üretmelerini engellemek olarak belirtmiştir. Çünkü Allah “peygamber göndermediği
toplumlara azap etmeyeceğini” ilan etmiştir. Böylece insanların Allah’a karşı
sorumlu olmalarına peygamberlerin varlığını şart koşmuştur.
Allah’ın
gönderdiği peygamberler bazen resul, bazen de nebi olarak bulundukları toplumda
görevlerini icra etmişlerdir. Peygamberlerin, nebi olarak gönderildikleri
toplumlara kendinden önceki peygamberlerin mesajlarını ilettikleri, yeni bir
kitap ve şeriat ortaya koymadıkları dikkatlerden kaçmamaktadır. Resul olarak
gönderilenlerin ise yeni bir kitap ve şeriat ortaya koydukları görülmektedir. Buradan
varılan sonuç ise nebi olarak görev yapanların bulundukları toplumlarda fazla
büyük toplumsal sorunların yaşanmaması, küçük dini ihtilaflardan dolayı nebiler
doğruyu göstermek üzere bulundukları topluma yön vermişlerdir. Resul olarak
gönderilen peygamberler ise, büyük ihtilafların yaşandığı ve dini emirlerin insanlar
tarafından unutulduğu toplumlara gönderildikleri için yeni bir sistem ortaya koymuşlardır.
Peygamberliğin
önemi konusunda geniş mülahazalar yapılmış ve ciltler dolusu eserler ortaya konmuştur.
Bilindiği gibi insan, Allah’ın varlığını aklı ile bulabilmesine karşın O’na karşı
olan görevleri yerine getirme noktasında aciz kalmaktadır. Hatta insanın fıtratında
bulunduğu halde ilah fikri konusunda bile bir hatırlatıcıya ihtiyaç duymaktadır.
Kaldı ki insan, iyiyi kötüden ayırt edecek ve ona doğru yolu gösterecek bir
rehbere mutlaka ihtiyaç duymuştur. İşte Allah, insanın bu mertebeye ulaşmasında
ve önüne çıkacak engelleri asmasında ona yol gösterecek olan peygamberleri göndermiştir.
Peygamberler Allah ile kulları arasında elçilik görevini ifa eden; Allah’ın
emir ve nehiylerini, dinin ana hükümlerini onlara ileten, yine onlara saadet
yolunu gösteren önder kişiliklerdir. Buradan hareketle peygamberlik, Allah’ın dilediği
kimselere ihsan ettiği bir lütfu olup; çalışma, çabalama ve ibadet gibi şeylerle
elde edilecek bir görev değildir. Şunu da unutmamak gerekir ki peygamberler
insanlara ilettikleri ilahi emir ve yasakları öncelikle kendi hayatlarında
bizzat tatbik etmişlerdir. Dolayısıyla insan oldukları halde ilahi emirleri
insanlara ulaştıran peygamberlerin insanlar açısından değeri büyüktür ve
insanlar her zaman peygamberlere muhtaçtırlar.
Kur’ân
açısından bakıldığında peygamberlerin korunmuş oldukları ortaya çıkmaktadır.
Ancak Kur’ân’da onların kendilerine nübüvvet görevi verilmeden önce korunmuş olduklarını
belirten ifadelere rastlanmamaktadır. Bu dönemle ilgili olarak peygamberler
hakkında Kur’ân’ın üzerinde durduğu husus, onların yaşadıkları toplumda
güvenilir ve saygın insanlar olduklarıdır. Peygamberler yaptıkları bazı işlerin
iyi olmadığını anladıklarında hemen pişman olup tövbe etmişler ve Allah da
onların tövbelerini kabul etmiştir. Kur’ân’dan öğrendiğimiz kadarıyla bu tür
fiilleri çok fazla cereyan etmemiştir.
Kur’ân’ın
hassas olarak ele aldığı konu, peygamberlerin nübüvvetten itibaren tebliğiyle
sorumlu oldukları konularda hakikate aykırı beyanlarda bulunmaları mümkün değildir.
Ayrıca onlar vahyi gizlemekten, şirke ve küfre düşmekten kesin olarak korunmuşlardır.
Yine onlar, güvenilirliklerini sarsacak hareketlerden ve tebliğ etkileri
hususlarda çelişkili davranmaktan sakınmaktadırlar. Çünkü peygamberler insanların
önünde duran örnek şahsiyetlerdir.
İnsanlara
önderlik eden peygamberlerin, onlardan farklı bir kısım özellikleri bulunmaktadır.
Onlar huy, zekâ, doğruluk, güvenilirlik vb. konularda en üst seviyede olup çok
hassastırlar. İnsanların kendilerinden uzaklaşmasına sebep olacak her türlü
kusurdan yine uzaktırlar. Çünkü onlar Allah’ın özel koruması altında olup;
hata, kusur ve günah gibi fiilleri işlemekten uzak olup ismet sahibidirler. Ehl-i Sünnet ve Mu'tezile'ye göre
bu sıfat sadece peygamberlere has olmasına rağmen, Şia imamların da
masumiyetini iddia etmiştir. Tabi ki burada Şiilerin görüsü pek haklı
görünmemektedir. Çünkü imamların Allah nezdinde bir elçilikleri bulunmadığından
onlar normal insanlar gibi günah islemekten korunmamışlardır.
İtikadi mezhepler peygamberlerin günahtan korunmuş olduklarında görüş birliği
içinde olmalarına rağmen, bu korunmuşluğun yani ismetin mahiyeti ve kapsamı
noktasında görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Maturidiler
ismeti, peygamberin iradesini devreye koyarak onu kötü fiillerden caydırıp hayırlı
şeylere sevk eden bir sıfat olarak tanımlamışlardır. Zira bu tanımlama ismetin
en iyi şekilde anlaşılmasını sağlamaktadır. Çünkü peygamberlerin tamamen irade dışı
bir şekilde yaşamalarını değil, iradelerini kullanarak kendilerini korudukları anlaşılmaktadır.
Eş'ariler ise ismet konusunda adeta
peygamberleri melek konumunda göstermekte ve onlarda Allah’ın masiyeti yaratmaması seklinde görüş ileri sürmüşlerdir.
Şia ise
peygamberlerin ve imamların doğumlarından vefatlarına kadar bilerek ya da
bilmeyerek hiçbir günah islemeyeceklerini, hata ve yanılmadan uzak olduklarını
iddia etmiştir ki bu görüş akli ve nakli nasslar açısından uygun görünmemektedir.
Hariciler tamamen işi
ileriye götürerek Allah’ın küfre düşmüş kimselerden de peygamber gönderebileceğini
ileri sürmüşlerdir ama bu görüşün kabul edilmesi ne ilahi hikmete ve nasslara
ne de insan fıtratına uygun bir durumdur.
Haricilerin
dışındaki İslâm alimleri peygamberlerin nübüvvet
öncesi ve sonrası küfür ve şirkten korunduklarında görüş birliği içindedir. Bu
durum zaten Kur’ân ayetlerinde açıkça ortaya konmaktadır. Ancak sunu unutmamak
gerekir ki nübüvvet öncesi korunma ile nübüvvet sonrası korunma arasında büyük
bir farklılık vardır. Yine peygamberlerin tebliğ ettikleri hususlarda yalan
söylemekten korunmuş oldukları hususunda İslâm alimleri
hemfikirdirler. Ancak fiil ve uygulamalar noktasında ismeti nübüvvetle başlatan
Ehl-i Sünnet alimlerinin çoğunluğu,
peygamberlerin peygamberlik öncesi günah işlemelerinin mümkün olduğunu
söylerken, peygamberlik sonrası kasten büyük günah işlemekten korundukları
kanaatindedirler.
Ehl-i Sünnet kelamcıları ise peygamberlik öncesi ve
sonrasında bilerek veya bilmeyerek yüz kızartıcı günahlardan korundukları
noktasında görüş birliği içindedirler. Mu’tezile'nin
büyük çoğunluğu salah-aslah ve hüsün-kubuh prensibinden hareketle peygamberlik öncesi ve sonrasında
bilerek veya bilmeyerek büyük günahları işlemekten korunduklarını öne sürmüşlerdir.
Kuran ayetlerine dayanarak ortaya koymaya çalıştığımız Peygamberlerin ismeti
konusunda daha çok şeyler söylenebilir. Nihai olarak peygamberlerin insan
olmaları yönüyle irade sahibi, peygamber olmaları yönüyle ilahi koruma altında
ismet sahibi kişiler olarak anlaşılması en doğrusudur.